Doğayı Keşfetmek Mi, Tüketmek Mi?

YAYINLAMA:

Günümüzün hızla değişen dünyasında turizm, bir yandan ekonomilerin can damarı haline gelirken, diğer yandan doğal alanlarının tahrip edilmesine yol açan bir “istila” biçimi olarak da karşımıza çıkıyor. Tatil köyleri, oteller, kamp alanları, turistik turlar; her biri, aslında birer yapılaşma ve yoğunlaşma ve yoğunlaşma araçları. Ancak ardında bıraktıkları etkiler, bu "gelişim" fikrinin ne kadar yüzeysel ve doğaya duyarsız olduğunu ortaya koyuyor. Turizmin doğaya ve yerel yaşam alanlarına yaptığı zarar, çoğu zaman fark edilmiyor; çünkü “görülmeye değer” yerler, “iyi yaşam alanları” ve “gelişen bölgeler” olarak sunuluyor. Fakat bu kavramlar birer yanılsamadan ibaret olabilir.

İlk bakışta, turistlerin bölgeye getirdiği ekonomik katkılar göz ardı edilemeyecek kadar büyük. Yerel halk için geçim kaynağı sağlayan oteller, restoranlar, turizm hizmetleri sektörü, istihdam yaratıyor. Fakat bu ekonomik hareketlilik, doğanın tahribatı karşısında ne kadar yeterli olabilir? Bir bölge, turistik cazibe haline geldiğinde; otellerin, alışveriş merkezlerinin, restoranların ve diğer altyapıların yapılabilmesi için önce doğal alanlardan büyük fedakarlık yapılır. Oysa bu “gelişme” adı altında yapılanlar, doğanın dengesine büyük zararlar verir.

Bunun en bariz örneklerinden biri, sahil kasabasındaki devasa otel inşaatlarıdır. Bir zamanlar doğal güzellikleriyle tanınan, belki de yalnızca yerel halkın ve bir avuç gezginin bildiği plajlar, artık beton yığınları ve tatil köyleriyle doludur. Denizin dibine kadar uzanan yatlar, sahildeki çadır kamplarını değiştiren karavanlar, denizin doğal yaşamını tehdit eden çok sayıda gemi ve tekneler… Hepsi, aynı amacı güderek “turistik cazibe” yaratmak için varlıklarını sürdürüyor. Ancak bu cazibe, gerçekte doğayı çürütme sürecine hız kazandırıyor.

Çoğu zaman, bu hızlı gelişimle birlikte “ekoturizm” adı altında yapılan faaliyetler de dikkat çeker. Ancak ekoturizm ne kadar doğaya zarar verdiği ya da ondan ne kadar faydalandığı konusu da tartışmalıdır. Birçok yerel halk, ekoturizm kapsamında bölgeye gelen turistlerle birlikte, geleneksel yaşam biçimlerinden koparılır ve onları bir tür “doğa gösterisi” haline getirir. Oysa doğa, sergilenebilecek bir gösteri değil; sürdürülebilir bir yaşam biçimidir. Her geçen yıl daha fazla ziyaretçi, daha fazla yapıt ve her biri doğayı yavaşça daha fazla tüketen bir enerji harcar. Böylece “doğal güzelliklerin korunması” ya da “sürdürülebilir turizm” hedefi, pratikte genellikle yozlaşır.

Ziyaret etmenin de bir sınırı vardır. Doğayı ziyaret etmek, ona saygı duymakla eşdeğerdir. Fakat bu saygı, yalnızca kendi çıkarlarımıza göre şekillendirilmiş doğa tanımlamalarıyla değil, doğanın asli haklarına saygı göstererek gerçekleşebilir. Örneğin, bir ormanın içine girmek, o ormanın sunduğu güzelliklerden faydalanmak ne kadar anlamlı olabilir ki, eğer orayı korumak için herhangi bir adım atılmıyorsa? Bir plajda denize girmek, kumda yürümek ve oradan ayrıldığınızda geriye tek bir iz bırakmamak; ancak o plajı koruyan bir anlayışa sahip olmak mümkünse anlamlıdır.

Doğaya olan bu saygıyı, turizmin modern anlayışı olarak toplumlara yerleştirebilir miyiz? Evet, ancak bunun için önce doğayı "tüketilecek" bir kaynak olarak değil, "paylaşılacak bir alan" olarak görmemiz gerekiyor. Her turistik hedefin ve tatil planının doğal yaşamla uyumlu olması, ekolojik dengeyi bozmadan sürdürülebilir bir şekilde varlığını sürdürmesi gerektiğini anlamamız gerekiyor. Gerçekten doğaya değer vermek, onu ne sadece gelir kapısı olarak görmekle, ne de “gezilecek yer” olarak sınıflandırmakla olur.
Peki, bu noktada sorulması gereken önemli bir soru daha var: Bir yerin sadece turistler için ‘gezilecek’ hâle gelmesi, o yerin ne kadar değerli olduğunu sorgulatmaz mı? Kendisini yalnızca tüketmeye odaklanmış ziyaretçilere açan bir alan, her şeyin kaybolmaya mahkum olduğu bir hale gelmez mi? Belki de biz, doğayı her zaman “keşfettiğimiz yer” olarak değil, ona sahip çıkmamız gereken, saygıyla yaklaşmamız gereken alanlar olarak görmeyi öğrenmeliyiz.

Sonuç olarak, turizm doğanın değerini artırmaz, ancak ona değer verilirse, turizm ona zarar vermez. Gerçekten doyan değil, koruyan olmak gerek. Doğayı korumak, yalnızca bir bölgeyi ziyaret etmekle değil, ona zarar vermemekle mümkün olacaktır. Eğer biz buna sahip çıkmazsak, bir gün doğa her şeyin olduğu gibi turizmin de geçmişi olacaktır. Ziyaret mi, istila mı? Doğa, her iki durumda da kendi hakkını koruyamayacak kadar sessiz kalacaktır.

Yorumlar
Aşağıdaki görselde işlemin sonucu kaçtır?
Captcha Image
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *